13 Aralık 2010 Pazartesi

Amigaya yeni teknolojiler

Amiga 4000

Amiga 3000

Amiga 2000

Amiga 1200

Amiga 600

Amiga 500






















Amiga 500 ilk eve geldiğinde yazdı.
Sirkeci Doğubank İş Hanından beyaz kutulu A500 siyah bir poşetin içinde elimizde, hanın arkasında küçücük oyun çeken dükkandan ilk oyunum olan Silk Worm u almıştık.
Ekranda demo şeklinde oynarken gördüğüm ve satıcının en kral oyun diye verdiği bu savaş oyunu gerçekten kafama kazınmıştır. Büyükçekmecede ki yazlığımızda aylarca gözlerim kan çanağı olana kadar oynadığım ve bitirdiğim en zevkli oyunlardan biriydi.



















Motorola nın 68000 işlemcisini taşıyan A500 7.14 Mhz hızında bir işlemciye sahipti.
720 Kb Double Density dediğimiz disketler, program ve oyun arşivimizi tuttuğumuz medya aygıtlarıydı.

Commodore 1084 Monitöre sahip olan şanslı kullanıcılar, muhteşem renk ve çözünürlük
kalitesiyle oyunların keyfini çıkartırdı.

Yer ve imkanı kısıtlı çocuklar, A520 denilen modülatör cihazıyla TV lerine S video bağlantısı kurar, biraz kalite düşüşüyle zevke devam ederlerdi.

Sony Trinitron tam kare televizyonların çıkmasıyla görüntü kalitemiz kısmen artmıştı.


1.2 veya 1.3 Romla çalışan A500 ün açılış ekranı 80 lerdeki çocukların kafasına kazınmıştır.

Disketi sürücüye itmemizle, sürücünün kendine has sesleriyle programın yüklenmesini bekler, muhteşem intro ve demolarla görsel işitsel şölen yaşardık.





Geçmişinle Savaşmak

İlk bilgisayarla tanışmam, ufacık bir çocukken, Bostancı da bir eğlence salonuna denk gelir.

Ailem beni 2-3 ayda bir şimdiki Bostancı Günaydın Et Lokantasının arkasına denk gelen bir salona götürürdü.

O mekan küçük bir lunapark gibiydi. İçeride çarpışan arabalar, sigaraya halka atmalar gibi oyunların yanı sıra 5-6 adet jetonlu atari oyunun bulunduğu bir yerdi. Alttan küçük bir üçgenle tepeden geçen ördek ve tavşana benzeyen şekilleri vurmaya çalışırdım.

İlkokul çağlarında çok zengin bir dostumuzun benle yaşıt oğluna,yine zengin dedesi Sudi Arabistandan ahşap kaplı Atari getirmişti. Birkaç ayda bir onlara gittiğimizde, etrafta koşuşturmamızı engellemek için, büyükler sohbet edebilsin diye televizyonun önüne kurarlardı. Birkaç renkten oluşan oyunlara hayranlıkla bakardım.

Çocukluğun hırçınlığını kazanmaya başladığımda anneme babama ağlamaya başlamıştım. O dönemin zor şartlarında babam artık nereden bulduysa uyduruk bir aletle eve geldi. Havalara uçmuştum.

Siyah bir kutunun üstüne bağlanan 2 çevirmeli joystick e benzer, estetikten yoksun yuvarlak bir şeyler vardı. Cihazın üzerinde sabit 8 tane oyun vardı. Yaşı bana yakın olanlar hatırlayacaklardır.

Futbol tenis vs gibi oyunların, 2 tane yukarı aşağı oynayan çubuk ve ortada kare bir topla karşılandığı ve her oyunun bunların türevi olduğu makineler. Atari salonlarında da sıkça rastlanırdı.

Esasında epey popüler oyunlardı. Çift kişi yan yana rakip olarak oynayabileceğiniz bu oyunlar çocukluk adrenalinizi tavan yaptırırdı. İki çubuk ve bir top televizyonda sağa sola doğru gider, kalemize almamak için ter dökerdik. Yinede Atarinin kırmızı ateş butonlu körüklü joystick i renkli görüntüleriyle hayallerimi süslerdi.

Göztepede oturduğumuz o dönemlerde “bilgisayarcı” adı altında, istasyon caddesinden Bağdat Caddesine inerken sağda bir dükkan açıldı. Gözü yaşlı isyanlarıma dayanamayıp babam bir akşamüstü beni oraya götürdü. 1 saati birkaç lira olan bilgisayarların başına oturduk.

Önümüzde bir televizyon bir teyp ünitesi ve siyah dikdörtgen lastik tuşlu bilgisayar duruyordu.

Bir cihazın üzerinde bir sürü tuş var altı üstü yazı kaynıyor ve harfler var. Gözlerimi alamıyordum. Aletin üstündeki gökkuşağı renkleri rüyalarıma girerdi. Bu bir SINCLAIR 48K idi.

İlkokul çağlarında sakız ve leblebi tozu için verilen harçlıkları biriktirip o dükkana uğradığımı hatırlarım. Sahibine çocukça sorduğum sorular içerisinde moralimi bozan tek şey bu bilgisayarların Türkiye de satılmadığı ve yurtdışından getirdiği idi.

2-3 ay sonra televizyonda o dönemin GÜNEŞ Gazetesinin müthiş bir reklamı çıkmaya başladı. 2 ay kupon biriktirip üstüne para verilince adamlar Spectrum Bilgisayar dağıtacaklarını bas bas bağırıyorlardı.

Ailemin kafasının etini yedim. Onlar da belki de bana sabır ve bir şey elde etmenin zorluğunu öğretmek istercesine müsaade ettiler. Her gün özenle kuponları kestim. 2 ay sonunda kuponları yatırdık. Belli bir süre sonra Gazetede teslim alma sıra listesi çıktı. Türkiyede ilk Sinclair sahiplerinden biri oldum diye hatırlıyorum.

O siyah kutunun yaz tatillerimi ve hafta sonlarımı nasıl geçirtip beni mutlu ettiğini hatırlarım.

Aynı dönemlerde C64 sahipleri türemişti. Komşu çocuklarıyla inanılmaz rekabetlerimiz vardı. Herkes kendi cihazını över diğerini yerin dibine sokmaya çalışırdı. Yaşın büyümesiyle harçlıklarda daha elle tutulur olduğu dönemler, TDK 90 lık kasetler almaya başlardım. Daha çok oyun yüklenebilsin diye.

2 arkadaş bir araya gelince oyun oynamaktan çok oyun çekilirdi. Bir kasetçalar Play e basılır arada Mic kablosuyla diğer kasetçalar Record a basılırdı. Eve dönüldüğünde ise oyun zamanıydı.

Evin altı üstü kasetti.

Amiga dönemlerine kadar lastik tuşlu kara kutum beni en büyük mutluluk sandığım dünyamda oyalar dururdu.

Amiga 500 esasında hayal dünyamızın ne kadar küçük olduğunun kanıtı idi. Kocaman beyaz kutusu ile kendimi bilgisayar mühendisi sandığım dönemimi yaşattı. İlk oyunumu Doğu Bank işhanının arkasında düdük kadar bir dükkandan çektirmiştim “Silk Worm”. Aman Allahım sabahtan akşama kadar oynardım. Gözlerim kan çanağı olmuş bir şekilde az azar yemedim babamdan.

X-Copy programının 0 ları doldurmasıyla oyun çekmek bir zevkti. Evdeki kasetler yerini yüzlerce mavi diskete bırakmaya başlamıştı. Ergenlik çağına giriş dönemlerinde sadece oyun mu oynayacağız mantalitesinden uzaklaşıp Sound Tracker la küçük müzikler yapmaya başladım. Amiga Os ta minnacık programlar yazıp, adın ne soyadın ne doğum tarihin ne gibi sorular sordurup, yaşın bu kadar şu burçtansın ve “aptalsın” diye ekrana yazdırıp arkadaşlarıma hava atardım.

Bunlarla yetinemedim , egomu tatmin edemiyordum. Red Sector diye bir intro yapma programı vardı.

Çok kurcaladım. Ufak tefek hazır introların altına ismimi soyadımı yazıp oyunların başlarındakilerle benimkileri değiştirmeye başladım.

Joy Bilgisayar Oğuz Abi her okul çıkışı durak noktamdı. Beni iyi tanırdı. Elimdeki oyunları onunkilerin üstüne çeker insanlar intromu ismimi görsün diye çabalardım. Oğuz Abide olmayan oyunları ona verip karşılığında bedava oyun alırdım.

Kickoff, Lemmings, Moonstone, TestDrive, SpaceAce, Piratesla geçen bir dönemdi.

Artık babam bile oyun oynuyordu Fighter Bomber !

Erkekçe, Kadınca, Playboy un ülkemize ilk girdiği dönemlerde ben Amiganın çözünürlüğünde Cicolina İtalyan seks abidesinin resimleriyle büyüdüm.

En uzun en enfes dönemlerimi Amigada yaşasam da herkes kadar uzun sürmedi. Turbo kartların gelme dönemlerinde egoma yenik düşüp Pc ye geçme gibi hayaller kurmaya başladım.

Oyunlar dışında programlarda ilgimi çekmeye başladı. Sanki Amiganın her şeyini çözdüm bitirdim de sıra PC ye gelmişti.

Aileme yaptığım manyak baskılar sonucunda, zaferim 386 bilgisayarımla olmuştu. Altındağ firmasının getirdiği Daewoo marka bilgisayar. O dönemde sadece 2 model satıyorlardı. 386 SX-16 ve SX-25 .

25 Mhz için tutturunca adam onu mühendisler kullanıyor ne yapacaksın diye ağır bir soru yöneltmişti.

Bilgisayarı aldığımız gün akşam misafirliğe gidilecekti. İsyan ediyordum. Annem babam giyinirken hemen bilgisayarı kurdum. Power tuşuna basıp Bios ekranını görmek etkileyiciydi.

Dos 5.0 promptu olan “C:\>” gördüğümde alet benden komut bekliyordu. Superman gibi uç desem uçacak gibi benden gelecek emri bekliyordu. Allahım bu nasıl bir zevk derken babamın çıkıyoruz demesiyle hayal kırıklığına uğrayıp evi terk ettik. Gece saat yarımda döndüğümüzde koşarak odama girdim. Power a basıp alet açılıncaya kadar pijamalarımı girdim. İngilizce kitapçıktan rastgele bir sayfa açtım. Orda ki komutu yazıp enter a bastım. Alete 100 e kadar saydı ve durdu. Sonrada hiçbir komut kabul etmedi.

“Format c:” ile tanışmış oldum!

Ertesi gün kolumun altına aldığım gibi tekrar Altındağ Bilgisayara gittim. 40 mb harddiskte her şeyi sildiğimi söyleyip tekrar Dos yüklediler.

Eve dönerken dükkanın birinden 3-5 oyun program yüklettim. Eve geldim onları yüklemeye başladım.

Kurcalamanın daha ilk yarım saatine gelemeden alet Reset atıp açılmamaya başladı.

Haydiii tekrar kaptığım gibi bilgisayarcıya. Adamlar bir türlü çözemediler cihazda ne sorun olduğunu. 1 hafta teknik serviste kaldı. Bana yeni bir bilgisayar vermek zorunda kaldılar.

Dedim iyi güzel, demek ki bozuk malı kakalıyorlardı. Tekrar programları yüklemeye çalıştım. Yeni 386 diğeriyle aynı sorunu yapmaya başladı. Bize yol yine göründü. Bu arada babam sinirinden beni dövecek. Bozuyorum aleti çünkü. Adam 4000$ para saymış, ben elimde oyuncak gibi kutuyu Şişliye taşıyıp duruyorum. 2. Kez beni gördüklerinde tabii dumur oldular. 15 gün sonra benim bilgisayar yine değişti.

Sorun şudur ki benim disketlerde virus varmış. Şu an ismini hatırlayamadığım virüs aletin bios a giriyor ve boot u siliyor tekrar sistem yüklenmesine de müsaade etmiyor. Türkiyede bu virüsü silebilecek ne antivirüs programı var ne de biosu hardware olarak değiştirebilecek bir teknik servis.

İşte bu dönemlerden gelir benim bilgisayar yaşantım. Yokluktan hazineler çıkartırdı küçük aklımız.

Amiganın yanında yerlerde sürünen PC ile de hava atabilmiştim elbet. 486 ya geçtiğim dönemler insanların yavaş yavaş PC ye yöneldiği dönemlerdi. Windows 3.0-3.1 vardı. 4Mb ram gerekirdi çalıştırmak için. Ben paralara kıydırıp 8 Mb ram aldırmıştım. 7 Mb yer tutan Windows u ramdrive yaratıp içine atardım. 80Ns lik edo ramlerim “Win” yazıp entera bastığımda 1 sn de açardı windowsu. Arkadaşlarım hayretle seyrederdi.

Bilgisayardan anlıyorum diye konu komşu hep bana sorardı her şeyi. Bunu paraya çevirmeye başladım. Akraba ahbap eş dost tanıdığım kim varsa bilgisayar sattım. Pc Gold o dönemlerde Yazıcıoğlu iş merkezinin 3 . katında küçücük bir dükkandı. Sahibi Ömer Abiden o kadar çok mal almıştım ki parça başına 2-3$ yaptığı indirimlerle bilgisayar başına en az 70$ ı cebe indirirdim.

Lise zamanlarım kendi kazandığım bol para içinde geçti. Kazandığım her parayı kendi bilgisayarıma yatırırdım. Ev binlerce disket dolmuş, teknik servis gibiydi. Pc Gold çözemediği teknik sorunlar için benden yardım alırdı.

Sound Blaster ses kartının çıktığı dönemleri, 1x hızlı cd-romların gelip, hoperlörlü kocaman kutular içinde 800$ a set şeklinde satıldığı günleri sizler gibi bilirim.

2400 bps modemlerle BBS lere bağlanıp dünya telefon faturası geldiğinde az fırça yemedim babamdan. 3 tane erotik resim dosya indiricem diye saatlerce BBS lerin telefonunu tırmalardım.

Bir gün kendi BBS imi kurmaya karar verdim. Belki hatırlayan çıkar o dönemlerden “Ponçik BBS” . İnsanların birbirleriyle mesajlaşma işlemini HITNET denilen ağ üzerinde yaptığı internetin ülkemize daha uğramadığı dönemler. Chip dergisinde bile ismim çıkmaya başlamıştı. 3 sene boyunca hiç “down” olmayan hiç kapatmadığım 24 saat çalışan bir BBS ti. O dönemler BBS ler ya mesajlaşmak için yada erotik dosya indirmek için kullanılırdı. Her uğrayan dosya yüklüyor ve dosya indiriyordu. Harddiskim seks dosyalarıyla dolup yetmemeye başlamıştı. Buna dur demek gerekiyordu. İnsanların ayağını benim telefon numaramdan kesmem lazımdı.

Üyelik sistemi getirdim. Aylık şu kadar para yatıran dosya indirir diye. Baktım benim banka hesabına para yağmaya başladı. Ne yapacağımı şaşırdım. Utanarak ve gülümseyerek söyliyebilirim ki, bu sektörden bile 3-4 ay para kazanmış oldum.

14” yerine 15” monitörü olanın kral olduğu, işlemcisi 10 mhz daha hızlı olanın uçtuğu, harddiskinde 5 oyun fazla olanın bulutlarda gezdiği, Cirrus Logic, Permedia ekran kartı kullananın mühendis olduğu dönemlerde yaşadık bizler.

Gamewatch la büyüdük, Casionun hesap makineli saatiyle oynadık.

Hani diyoruz ya şimdiki çocuklar akülü arabalarla geziyor, Nintendo yla doğuyor vs diye, bence bizim dönemimizi de bitiren “Internet” olmuştur. Hayatımızda olmazsa olmaz olan bu sistem dünyanın kapılarını herkese çok kısa bir sürede açmıştır. Şimdi 80 lerde çocuk olmak yazılarını okuyup buruk bir şekilde gülümsüyoruz. Yaşlanmak bu olsa gerek.

7DX partisine gittim geçen sene. Herkes böbürlendiğim çocukluğumdan daha çok yaşamış bu dönemleri. Herkes benden hada çok Amigacı, daha üstün programcıymış. Kod yazanlar, müzik besteleyenler, yarışmalara katılanlar. Küçücük hissettim kendimi. Meğer sadece kendi çevremden daha iyiymişim.

Anlattığım değerleri anlayabilen 3-5 forumda takılabilme lüksünü yaşayan bir avuç insan.

Ama bu avuç insan o partiye geliyor. Konuşulanlardan bazen bir şey anlamasam da, onlarla orada olmak mutlu etti beni. Hepimiz aynı dili konuştuk. Daha az bilen ve daha çok bilen olarak. Tekrar gideceğim kısmet olursa.

Şimdi eşime, neden Amiga Spectrum yada retro cihazları topladığımı anlatmaya çalışıyorum. Kız haklı, ev ya da işyerin çöplük mü diyor? Zaman mı var? Fırsat mı var ilgilenmeye ? Açıkça yok! Belki de olmamalı.

Ama savaşıyorum geçmişimle. Büyümüş olmanın ve geride bırakmak zorunda olmanın ağırlığı çöküyor üstüme. İlgilenemesem de “bulunsun” diyorum. Tuşlarına dokunamasam da görmek yetiyor bazen.